🐐 Islamiyetten Önce Arap Yarımadasının Özellikleri Nelerdir

İslamiyet Öncesi Arap Yarımadasının özellikleri kısaca Arap Yarımadası; Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarının kesiştiği Güneybatı Asya’nın güneyinde yer alır. Doğudan Uman ve Basra körfezleri, güneyden Aden Körfezi ve Arap Denizi, batıdan da Kızıldeniz ve Akabe körfezleriyle doğal sınırları çizilmiştir. BöyleceTürkler, çok zengin ve ahenkli bir lisana sahip oldular. Bunda da Türklerin coğrafya itibariyle yakın temasta bulundukları İranlıların mühim tesiri olmuştur. Arapça kelimeler bile Türkçe’ye Farslardan geçmiştir. Böylece Arap ve Farslarla müşterek bir ilim lisanı doğmuştur. İlk Türk Devletleri ve Özellikleri. Türkler kuruluşlarından bu yana örf ve adetleriyle ün yapmış köklü bir tarihe sahiptir. İlk Türk devletleri denince Asya ve Avrupa’da kurulan Türk devletlerini ele almak gerekir. Bunlar arasında Asya Hun İmparatorluğu, Avrupa Hun Devleti, Göktürk Devleti ve Uygurlar en başta gelmektedir. Arap Alfabesinin Özellikleri Nelerdir? Arap alfabesi, bu millet tarafından kurulan devletlerin tümünde kullanılır. Buna ek olarak Arap olmayan ülkelerin de tercihi olmuştur. Arap alfabesi kaç harf sorusu, cevabı merak edilen bir husustur. 28 harften oluşan bu abece, son derece eski dönemlere dayanmaktadır. Karahanlılar Kültürel Özellikleri. Karahanlılar Devleti kuruluşunda Uygur kültür özelliklerini taşımaktadır. İslam’ın kabulünden sonra kültür bambaşka bir özellik kazanmıştır. Karahanlı Devleti, yerleşik hayat geçen Türklerin meydana getirdiği büyük bir kültür devletidir. KarahanIılar hem Müslüman olarak, hem Dünyanınen güzel görünümlü nadir. En güzel konkurhipik atı. Çok dayanıklı ve çok nadir olması sebebi ile de belki de en değerli atlardır. İngilizler iri düzgün fizik yapılı hızlı atlardır. Araplar İngiliz'e göre daha küçük ama daha narin ve güzel görünüşlüdür. Genelde en iyi atları Türkmenistan'da ÜlkeninÖzellikleri Nelerdir? bir arap yarımadası Ülkesidir. Ortadoğu coğrafyasında bulunan bu harika ülke arap yarımadasının en nadide arap XXyb. İslamiyet’ten önce Arap Yarımadası’nın özellikleri nelerdir? Bu özellikleri İslamiyet’e uygunluk açısından değerlendiriniz. Düşüncelerinizi arkadaşlarınızla paylaşınız.a ulaşabilmek ve dersinizi kolayca yapabilmek için aşağıdaki yayınımızı mutlaka önce Arap Yarımadası’nın özellikleri nelerdir? Bu özellikleri İslamiyet’e uygunluk açısından değerlendiriniz. Düşüncelerinizi arkadaşlarınızla önce Arapların büyük çoğunluğu putlara tapardı. Her Arap kabilesinin kendine ait putları bulunmaktaydı. İslamiyet öncesi dönemde Arap Yarımadası’nda siyasi birlik yoktu. Araplar kabileler hâlinde yaşarlardı. Kabilelerin başında şeyh adı verilen yöneticiler bulunurdu. Arap Yarımadası’nda insanlar genelde yerleşik bir hayat sürerdi. Şehirlerde yaşayan insanlar tarım ve ticaretle uğraşırdı. Göçebe hayat süren insanlara ise bedevi adı verilirdi. Bedeviler hayvancılıkla uğraşırdı. Bu dönemde Arap Yarımadası’nda ailelerde erkekler söz sahibiydi. Kadınların hakları yoktu. İslamiyet öncesi dönemde Arap Yarımadası’nda edebiyat, şiir ve hitabet özelliklerin çoğu İslamiyet’e uymuyor. İslam’da tek ilah vardır ki o da Allah’tır. Kimsenin başkasına üstünlüğü yoktur. Kadınların da pek çok hakkı Sınıf Anadol Yayınları Sosyal Bilgiler Ders Kitabı Sayfa 49 Cevabı ile ilgili aşağıda bulunan emojileri kullanarak duygularınızı belirtebilir aynı zamanda sosyal medyada paylaşarak bizlere katkıda bulunabilirsiniz. 2023 Ders Kitabı Cevapları ☺️ BU İÇERİĞE EMOJİYLE TEPKİ VER! Islamiyetten önce Arap yarımadasının durumu nedir?İslamiyet öncesi Arap Yarımadası, diğer kıtalarda olduğu gibi karışıklık içerisindeydi. Bu bölgenin en önemli bölgeleri Hicaz, Yemen ve Necid idi. … Arabistan'da İslamiyet öncesinde yıldızlara güneşlere tapma, putpereslik, Hristiyanlık, Musevilik ve Hz. İbrahimin dini olan Haniflik dinine inanan insanlar önce Araplar hangi dine inanıyorlardı?Hanifler; Hz. İbrahim'in dinine bağlı olup, Allah'a inanan, puta tapmayı reddeden kişilerdi; ayrıca bu kişilerin ortak bir ibadetleri de yoktu. Bu bağlamda Cahiliye Döneminde Araplar arasındayaygın inanç puta tapmaktı. Putların dünyada kendilerine yardımcı olduklarına once Arap yarımadasında ne Yaygindi?İslamiyet öncesi egemen olan din putperestlikti. Her kabilenin, her biri bir tanrıyı simgeleyen çok sayıda putu vardı. Putlar genellikle kadın, kuş, aslan vb. şekillerde tasvir edilmişti. Tüm kabilelerce kutsal kabul edilen Kabe'nin içi putlarla önce Araplar nasıl yaşardı?Cahiliye Dönemi'nde Araplar, göçebe kabile hayatı yaşıyorlardı. Bir tür özerk yönetimin egemen olduğu kabilelerde, yaşlılar arasından seçilen başkanların seyit, şeyh, yetkileri yarımadasında islamiyetten önce hangi devletler vardı?İslâm öncesinde Arap yarımadasının kuzeyinde Nabatîler, Tedmürlüler, Gassânîler, Hireliler ve Kindeliler'in devlet kurdukları … Tedmürlüler. … Gassânîler. … Lahmîler. … Kindeliler. … Maînliler. … Sebeliler. … yarımadasına İslam devletini hangisi kurmuştur?Muhammed, Arap Yarımadası'nda, daha sonraki Râşidîn ve Emevî hilâfetleri döneminde bir yüzyıllık hızlı genişleme gören yeni bir birleşik yönetim dini nedir?Arapların tamamına yakını Arapça konuşur ve çoğunluğu da İslam'a inanır. Prof. Dr. İsmail Yiğit-Prof. Dr. Raşit Küçük a. Arap Toplumu Tarihçilerin çoğu Arap kabilelerini, İslâmiyetin doğuş dönemini dikkate alarak, önceki asırlarda yaşamış olup o sıralarda nesilleri kesilmiş olan kabileler ve o sırada mevcut kabileler olmak üzere iki ana gruba ayırarak incelemeyi tercih ederler. Bu taksime göre, “Arab-ı Bâide” olarak isimlendirilen birinci gruba dahil olanlar, İslâm öncesinde nesilleri tükenmiş veya diğer kabilelere karışarak isimleri unutulmuş olan Arap kabileleridir. Kur’ân-ı Kerim’de kendilerinden bahsedilen Hûd peygamberin as kavmi Âd ve Salih peygamberin as kavmi Semûd bunlara örnektir. İslâmiyet’in doğuşu esnasında yarımada halkını teşkil eden ve hâlâ soyları devam eden ikinci kol ise, “Arab-ı Bâkiye” olarak isimlendirilmiştir. Bu grup da kendi içinde iki ana kola ayrılır Arab-ı Âribe Yemen asıllı Kahtânî kabilelerdir. Ancak bu kabilelerin önemli bir kısmı, Arîm seli sonucu ülkelerini sular kaplayınca, yarımadanın diğer bölgelerine göç etmiştir. Bu göç esnasında söz konusu kabilelerden Huzâa oğulları Mekke’ye, Evs ve Hazrec kabileleri ise o günkü adı Yesrib olan Medine’ye gitmişti. Yine bu kabilelerden Suriye’ye gelenler Gassâniler Devleti’ni, Irak’a göç edenler ise Hireliler Devleti’ni kurdular. Hz. Ömer zamanında Müslümanlar tarafından ortadan kaldırılıncaya kadar, bu devletlerden birincisi Bizans’a, ikincisi ise İran’a tâbi olarak hüküm sürdü. Arab-ı Müsta’ribe Hz. İsmail’in soyudur. Mekke’de Kahtâniler’den olan Cürhüm kabilesiyle beraber yaşayan ve onlardan bir kadınla evlenen Hz. İsmail’in nesli bu kolu meydana getirmiştir. Bu kabileler topluluğu, Hz. İsmail evlâdından Adnan’a nisbetle Adnânîler diye de isimlendirilir. Bu boya mensup kabilelerin ekserisi başta Mekke ve civarı olmak üzere Kuzey Arabistan’da yaşıyorlardı. En büyük kollarından biri Peygamberimiz’in de mensubu bulunduğu Kureyş kabilesiydi. Milâdî beşinci asrın ortalarından itibaren Kusay b. Kilâb liderliğinde Mekke hakimiyetini ele geçiren Kureyş, İslâm’ın zuhuruna kadar hakimiyetini sürdürmüştü.[1] Araplar, ülkelerinin yerleşime müsait kesimlerinin tabîi yapısıyla yakından ilgili olarak, hayat tarzı bakımından da iki gruba ayrılıyordu. Birinci grup, göçebe olarak yaşayan ve çölün şartlarına göre sık sık göç eden bedevîlerdi. Bunlar, nüfusun büyük çoğunluğunu teşkil ediyordu. İkinci grup ise, köy, kasaba ve şehirlerde yerleşik hayat sürenler/hadarîlerdi. Ancak iki grubu birbirinden kesin hatlarla ayırmak mümkün değildi. Yarı göçebe bir hayat tarzına sahip olup yavaş yavaş yerleşik hayata geçenler olduğu gibi, bir zamanlar bedevî olan bazı şehir sakinleri de zaman zaman göçebe karakterlerine dönüş yapabilirlerdi.[2] Kabile ve hayat tarzı farklılıkları bir tarafa, aynı ırka mensup olan yarımada sâkinleri, İslâm öncesinde lehçe farklılıkları olsa da aynı dili konuşuyor, tamamına yakını putlara tapıyordu. Irk, dil ve din bakımından sahip oldukları bu üç ortak özellik, onların millî karakterlerini korumalarına imkân hazırlamıştı. Câhiliye Arapları, kabileler halinde yaşarlardı. Kabilevî hayat süren bu toplumda kabile bağları, günümüzdeki aile bağlarının yerini tutuyordu. Nitekim Arap şairlerinden biri, kabilenin mensupları üzerindeki haklarını, kocanın hanımı üzerindeki haklarına benzetmiştir.[3] Kabileler, kabile şeyhleri tarafından idâre ve temsil edilir; su kaynakları, otlaklar ve işlenebilen topraklar, kabilenin müşterek mal varlığını teşkil ederdi. İslâmiyet’in doğuşundan önceki dönemde, kendi kabileleri içinde son derece tutucu olan Araplar, diğer kabilelere karşı ise büyük kin ve düşmanlık beslerlerdi. Bu yüzden kabileler arasında ardı arkası kesilmeyen kavga ve çatışmalar yaşanırdı. Savaşacak düşman kabile bulamayan akraba kabilelerin birbirleriyle savaştıkları da görülürdü. Eşhuru’l-hurum adı verilen ve savaş yapmanın haram olduğuna inanılan mukaddes aylarda bile savaşırlardı. Bu savaşlar, genellikle iki önemli sebebe dayanırdı aralarında mevcut olan siyasi rekabet ve yarımadada en önemli hayat kaynağı demek olan otlakları ve su kaynaklarını ele geçirme mücadelesi.[4] Kabileler arasında yapılan ve Câhiliye tarihinin çatısını teşkil eden bu savaşlara “Eyyâmu’l-Arab”/Arabların günleri, savaşları” denilirdi. b. Câhiliye Toplumunda Kadın Erkek ilişkileri ve Ahlâkî Durum Kadına ikinci sınıf bir insan, hatta bir nevi eşya ve mal gözüyle bakan Câhiliye Arapları arasında kadın, tüm işlerinde erkeğin yardımcısı olduğu halde, çoğu haklarından mahrum bırakılmıştı. Fuhşun da çok yaygın olduğu toplumda, birden fazla kadınla evlenme geleneği vardı. Bir erkek, istediği kadar kadınla evlenebilirdi; evleneceği kadınların sayısı için, erkeğin arzusu ve imkânı dışında hiç bir sınır yoktu. Kocası ölen kadınların eşya ve hayvanlar gibi kocasının varislerine miras kalmaları geleneği vardı. Nitekim bu duruma Kur’ân-ı Kerim’de de işaret edilmiştir.[5] Câhiliye erkekleri, kendilerinin yediği bazı yiyecekleri kadınlara haram kılmışlardı. Kur’ân bunu da haber vermektedir.[6] Câhiliye Arapları, kız çocuğu sahibi olmak istemezlerdi. Kız sahibi olmak, onları son derece üzerdi. Hatta içlerinden bir kısmı, doğan kız çocuklarını diri diri toprağa gömerdi. Onların bu kötü âdeti hakkında Cenâb-ı Hak şöyle buyurmaktadır “Onlardan birine, doğan çocuğunun kız olduğu müjdelendiği zaman, içi öfkeyle dolar, yüzü kapkara kesilir. Kendisine verilen haberin kötülüğünden dolayı, kavminden gizlenir. Şimdi ne yapsın? Kız çocuğunu toplumun kendisini hakir görmesine katlanarak besleyip büyütsün mü, yoksa toprağa mı gömsün? Bak, ne kötü hüküm veriyorlar.”[7] Namuslarını koruma, kız çocukları yüzünden kendilerine bir kötülük gelmesinden korkma, hastalık veya fakirlik korkusu gibi sebeplerle başvurulan bu âdet, bilhassa Kinde kabilesinde yaygındı. Câhiliye toplumunda ayrıca fuhuş, içki ve kumar son derece yaygındı. Nitekim Câhiliye şiirinin ana temalarından biri, fuhuş, içki ve kumar olmuştur. Çünkü bu üç kötü alışkanlık, onlar arasında övünç meselesi kabul ediliyordu. Faizcilik o kadar kökleşmişti ki, ticaretle faizi aynı görüyorlardı. Faizsiz bir alışveriş yapmaz hale gelmişlerdi. Onların bu durumu Kur’ân-ı Kerim’de şöyle anlatılmaktadır “Faiz yiyenler, ancak şeytanın dokunup çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar. Bu, onların, alış-veriş de faiz gibidir’ demelerinden ötürüdür. Oysa Allah, alış-verişi helâl, faizi ise haram kılmıştır.”[8] Câhiliye Arapları arasında yaygın olan geleneklerden biri de kabileler arası cinâyetlerde kan davası gütmekti. Her kabile, kendi mensuplarını her durumda korur, kabileden öldürülenler olursa, intikamını muhakkak alırdı. Bu durumlarda bütün kabile intikam için harekete geçer, çoğu kere işi savaşa kadar götürürdü. Bir tek şahsın haksız yere işlediği cinâyet sebebiyle çıkan harpler, bazen yıllarca sürerdi. Nitekim Tağlib ve Bekiroğulları arasında bir devenin öldürülmesi yüzünden çıkan Besus harbi kırk yıl sürmüştü. Ancak bazı hallerde kan davası diyete çevrilebilirdi. Kabile içinde işlenen cinayetlerde ise, intikam sadece katilden alınır ve ailesine dokunulmazdı. Bu durumlarda yakınları dâhil hiç kimse katile yardımcı olmazdı.[9] Kan davası ve kan gütme, bedevî Araplar arasında dînî ve ictimâî en kuvvetli müesselerden biri haline gelmişti. *Bu yazı hocalarımızın izniyle “Hazreti Muhammed” adlı eserden alınmıştır. [1] Arap kabilelelri hakkında bkz. Hitti, I, 56-58; H. İbrahim Hasan, I, 26-39. [2] Hitti, I, 46. [3] Hitti, I, 51 Müberred, el-Kâmil’den naklen. [4] Hitti, I, 48; H. İ. Hasan, I, 74. [5] “Ey inananlar, kadınları miras yoluyla almanız size helal değildir.” Nisâ sûresi, 4/19 [6] “Dediler ki Bu hayvanların karınlarında olanlar, yalnız erkeklerimize sittir. Kadınlarımıza haramdır.” En’am sûresi, 6/139 [7] Nahl sûresi, 16/58-59. [8] Bakara sûresi 2/275. [9] H. İ. Hasan, I, 73.

islamiyetten önce arap yarımadasının özellikleri nelerdir